KENDİMLE KONUŞURKEN ÇIKTI KANATLARIM, KENDİMİ ANLADIĞIMDA UÇUYORDUM..*
* Tamer Karslıoğlu
Yaklaşık 3 ay olmuş, köşem için yazı yazmayalı. Ne kadar özlediğimi, kendi kendimle konuşmaya başladığımda anladım. Son yazımda bahsettiğim gibi, Agbando isimli ilk kitabıma vakit ayırabilmek adına, kısa olmasını arzuladığım bir dönem için veda etmiştim. Ve fakat, zaman kavramı aslında ne kadar da geniş ve bir o kadar da darmış. Hedefler olmalı evet, fakat zaman konmamalıymış. Zaman vermek, kendine sınır çizmekmiş. Ben bunu anladım, geçen son bir kaç ay içinde. Benim kişiliğimdeki insanlar için bu durum, kanatları koparılmış bir kelebek olmaktan farklı değil.
Bu sebeple; bir yandan kitabım, bir yandan da Seç Haber yazılarım yazılabilir, neden yazmayayım ki dedim. Ve işte döndüm.
Kitabım farklı bir boyutta devam ediyor. Kendini yazdırıyor. Ben çok da müdâhil olamıyorum. Kezâ, Osho’nun Yaratıcılık isimli kitabında da dediği gibi;
“Yaratıcılık tam bir gevşeme halinde olmak demektir. Eylemsizlik değil, gevşeme hâli demektir. Çünkü bu gevşemeden birçok eylem doğacaktır. Ancak bu, senin yaptığın bir şey olmaz. Sen sadece bir araçsın. İçinden bir şarkı akmaya başlayacak. Sen onun yaratıcısı değilsin. O, öteden gelmektedir. Her zaman öteden gelir. Sen yarattığın zaman, o sıradan ve yavan bir şey olur. Senin aracılığınla geldiğinde, muhteşem bir güzelliğe sahiptir. Yanında bilinmeyenlerden bir parça getirir.”
İşte, bu minvalde yazılıyor kitabım. Fakat köşemi de çok özledim. Velhâsıl, geldim.
Fakat eli boş gelmedim; Aslında kitabımdan kısa bir bölüm paylaşacaktım burada. Fakat çok değerli bir dostum, sihri bozulmasın dedi. Hak verdim kendisine ve fakat yine de, kitabımda yer verdiğim ilginç bir yapıdan biraz bahsetmek istedim; kule mezarlar.
Antik çağlardan günümüze kadar, ölü defnetme geleneği, değişiklik göstererek devam etmiştir. Farklı inançlar, değişik ritüeller getirmiştir. Çoğunlukla, toprağa defin yapılmışsa da, bazı kültürlerde ölüler yakılmış, bazı kültürler ise “yeryüzünü kirletmeme” adına, yüksek sunaklara bırakılarak hayvanlara yem edilmiştir. Bunların tümü, zamanın gereğine ve inancına göre, saygı içinde gerçekleşmiştir. Özellikle soylular, krallar, dîni liderler için çok daha ilginç törenler ve yapılar yapılmıştır.
Örneğin, Suriye Palmira’da yer alan, krallar ve soyluların mezarlığı olan Elahbel Kulesi. Bu dört katlı, kumtaşı bloklardan inşa edilmiş olan kule mezarda, yaklaşık 300 tabut, üst üste nişlerin içine konarak saklanıyordu. Ölen kişinin büstü, tabutun ön bölümüne işleniyordu. Elahbel Kulesi, 2015 yılında, ışid tarafından patlayıcı kullanılarak yıkıldı.
Bir diğer örnek, İran Nakş-ı Rüstem’deki Pers Kral kaya mezarlarının hemen önünde yer alan, Kâbe-i Zerdüşt… Yaklaşık 12 metre yüksekliğindeki bu yapının ne amaçla inşa edildiği, hem arkeologlar, hem de araştırmacılar tarafından net olarak anlaşılamamıştır. Genel kanı, Zerdüşt’ün kule mezarı olduğu şeklindeyse de, farklı iddialar da vardır. Bazı arkeologlar, bu kulenin bir Ateş Tapınağı olduğunu, bazıları sadece bir anıt olduğunu, bazıları kutsal kitapları saklamak için inşa edildiğini iddia etmiştir. Hatta bazı araştırmacılar da, gözlemevi olabileceğini düşünmektedir.
Ve son olarak, Peru Puno’da bulunan Sillustani Chullpaları… Kule şeklindeki bu dairesel mezarlar, Umayo Gölü’ne bakmaktadır. Bazı arkeologlar, mezarların bir kadının rahmini simgeleyebileceğini düşünüyorlar. Çünkü cesetler mezara, fetus pozisyonunda yerleştirilmiştir. Çulpaların doğuya bakan tarafında, yerde sunuların bırakıldığı küçük bir “kapı” vardır. Ölünün ruhunun, ölümden sekiz ay sonra buradan çıktığı düşünülürmüş. Bu yüzden, kule mezarların olduğu bu bölgeye “ruhların evleri” de denmektedir.
Peki, ölüm sonrası için, neden bu derece heybetli yapılar inşa edilmişti. Sadece zenginlik göstergesi miydi yoksa çok başka bir şey mi.. Sizlere, sadece 3 mezar kuleden çok kısa bahsettim. Kezâ nedenleri ve nasılları, kitabıma bırakıyorum. Fakat farklı konuları, yine burda yazmaya devam edeceğim.
Hoş geldim..