“Ruh öküzü” sözüyle siz de çokça karşılaşmışsınızdır eminim. Ruh ikizini bulamayanların dalgaya aldıkları ve bir anlamda da “cuk” diye oturttukları bir tabirdir bu. Twitter, Facebook, Instagram gibi sosyal paylaşım sitelerinde çokça çıkıyor karşımıza. Gülümsetiyor elbette…
İndigo Dergisi konuyla ilgili bir makalesinde şöyle bir tespitte bulunmuş:
“Ruh ikizi sevdiğinizin insan şeklinden aynaya dönüşmesi ve tek yansıttığının siz oluşudur. Dünya rahmine düşen bu ikizler nasıl olduysa doğumda ayrılmışlar ve kavuşacakları güne kadar arayış içinde geçirmişlerdir ömürlerini. Kimi Mecnun misali dağlar, denizler aşmış, adı gezgin olmuş. Kimi de çeşitli rollere bürünerek yaşam tiyatrosunda oyunculuğa soyunmuştur. Kimileri geleceğe miras bırakmak adına karelerken yaşamı, bazıları sevgiyi paylaşmış, insanlara adamış ruhunu. Lakin adı ne olursa olsun bu aşk insanları sürüklemiş oradan oraya sevdiklerini, ikizlerini bulabilmek adına…
Ruh ikizleri kendilerini karşısındakinde bulmayı, ait olmayı ve ben kavramının yok olmasını yaşarlar. İkiz ruhlar çaresizliği, sabrı ve koşulsuz sevmeyi birbirlerinden öğrenirler.
Ruh ikizini bulmak koşulsuz olan sevgiyi yakalamak demektir. Koşulsuz sevgi; içinde çıkar barındırmayan, herhangi bir nedenden ötürü olmayan sevgidir. Koşulsuz olarak sevgiyi yaşayabilenler sadece ruh ikizleridir.”
Bu durumda içteki o çocuksu kıpraşmanın “aşk” olduğunu sanmak, daha doğrusu olduğuna inanmak elbette, kaçınılmaz bir şekilde ve mutlaka “duvara çarpıyor.” Bu çarpışma sonucunda etrafa sayısız hayal kırıklıkları saçılıyor; sonra da karşımızdaki kişinin aslında ruh ikizimiz değil, ruh öküzümüz olduğuna kanaat getiriyoruz…
Yahu burada karşımızdaki kişi mi suçlu, yoksa onu hayatımızın, yüreğimizin, aklımızın içine düşüncesizce sokan bizler mi? Koşulsuzdur aşk. Hiçbir koşulu yoktur. Hiçbir beklentisi olamaz. Hiçbir şey talep etmez. İlahidir, varsa vardır, yoksa yoktur. Bir adamı, bir kadını beğenmek aşk filan değildir, o da ruh ikizi gibi değerli ya da olmazsa olmazımız değildir. Ona bu anlamı yükleyen biziz, bizim zihnimiz.
Aşk bu mu? diye soruyorsanız…Beni seviyor mu acaba? diye düşünüyorsanız…Sizinle pazarlık yapıyor, sizi sorguluyor, size üşeniyor, eriniyorsa…Sadece “olursa iyi olur, olmazsa da olursunuzdur” onun için…
“Ama o duygularını hep saklar, kendine saklar, benimle paylaşmaz, gösteremez sevdiğini…” gibi düşünceleriniz varsa, bir daha bakın aşk sandığınız o zât’a.. Neden mi? Bilin ki bir sarhoşluk saklanamaz, bir de aşk…
Siz kıymetlisiniz, eğer kıymetli olduğunuzu kendiniz hissetmezseniz, bunu enerji olarak da yayamazsınız. Değerli olmadığını düşünen biri, değerli olamaz. Bu demek değil ki, kendini beğenmişlik, ukalalık ya da kaprisli olmak. Bilakis; gerçekten kendine değer veren biri sadece kendiyle rekabettedir. Tek derdi kendisidir. En büyük düşmanın kendisi olduğunu bilir, dışarıdaki kimse ne onun rakibi olabilir, ne de eş değeri. Çünkü o eşsizdir; bunu bilir. O da herkes gibi tektir.
Herhangi birinin boş zamanlarının soluk arası olmayın. Nefesi siz olun. Bunu hissetmiyorsanız, en büyük aşkınıza dönün, kendinizle halvet olun. Salın gitsin! Enerjinizi, aklınızı, iş gücünüzü düşürüp, sorumluluğunuzu, içinizdeki sıkıntıyı, derin nefeslerin miktarını çoğaltan biri ne aşktır, ne ruh ikiziniz…Olsa olsa ruh öküzünüzdür.
İlişki mutlu etmeli, ilişki karşılıklı beslemeli, ilişki “değerli” hissettirmeli, ilişki paylaşmak demektir, saklayıp sakınmak değil. İlişki canı canana bağlamaktır, surat düşürüp kaçacak yer aramak değil…
Gönlü güzel olana gönül verin; ne olur böyle yapın…
Pelin’in Perisi