SEÇ HABER ÖZEL – Atlantis’in hikayesi tarihin en büyük gizemlerinden biri…
D-Max kanalında yayınlanan Atlantis belgeseli için araştırma yapan bilim insanları bu gizem dolu hikayenin yanıtını Türkiye topraklarında arıyorlar…
Atlantisi’in hikayesi tarihin en büyük gizemlerinden biri. Ve kimse bu hikayeye dair bir kanıt bulamıyor çünkü yanlış döneme bakıyorlar…
Bütün hayatım boyunca Atlantis’e odaklandım diyen D-Max ekibinden Stel Pavlou ve Jess Phoenix, Atlantis’i bulmak için batık şehirleri, antik eserleri ve jeolojik felaketleri ortaya çıkaran yeni bir kanıtın izini araştırıyor ve kayıp Atlantis Şehrini keşfediyoruz diyorlar.
ATLANTİS TÜRKİYE’DE Mİ?
Yunan filozof Platon Atlantis’in döneminin en büyük süper gücü olduğunu yazmıştı. Ama doğal bir afet bir gün içinde dalgaların içinde kaybolmasına sebep oldu. M. Ö 9600’de. Ama bu tarihin tamamen yanlış olduğuna dair yeni bir tezim var diyor Paylou.
“BU TARİHİN 5000 SENE SONRA OLDUĞUNA İNANIYORUM”
Bu her şeyi değiştiriyor.
Ekip önce Ege Denizi’nde bulunan bir adadan şüphelenip araştırmak için Dhaskalio’ya gidiyor. Adadaki araştırmaları esnasında bulunan birçok kalıntının doğal olmadığını, insanlar tarafından üretilmiş olduklarını düşünüyorlar.
Sulama kanalının da bulunduğu ileri gelişmiş seviyedeki teknolojinin kanıtlarını buluyorlar. 5000 sene önce bu adaya devasa boyutlarda mermerler getirildiği tartışılıyor. Adada araştırmacıları karşılayan Cambridge Üniversitesi Profösörü Arkeolog Michael Boyd, adım attıkları her yerin arkasında iyi yapılmış mermer duvarlar olduğunu söylüyor. Alt kısımlardaki sulama kanalını gösteriyor. Mühendisliğin çok çok iyi planlandığını, adanın kendisinde mermer olmadığı halde 10 bin ton kadar mermerin de adaya getirilmiş olduğunu açıklıyor. “Yani 5000 sene öncesine kadar bu ada denizden tepe noktasına kadar mermerle parlıyordu… ve daha da önemlisi “Kim Yaptı Bunu?”
Profesör Boyd’a göre burası için iki öngörü mevcut. Birisi zanaat diğeri de depolama. Şimdiye kadar bulunan kanıtların çoğunun metal işleri ile ilgili kullanıldığına dair olduğunu, bölgede bakır, tunç, gümüş ve altına dair kanıtlar da bulunduğunu söylüyor. Az miktarda da olsa, bu bölgede ilk kez altın ve gümüş bulunduğunu ekliyor.
Bilim insanı Boyd; “Buranın çok önemli bir metal işleme merkezi olduğu görünüyor. Küçük odalardan oluşan çok ama çok bina olduğunu adanın sadece %10 unun araştırıldığını ve stonehange e benzer bağlantılar bulunduğunu söylüyor. Adada bol miktarda obsidyen taşının bulunduğunu, ilginç olanın siyah olmayıp yarı saydam olan ve başka yerlerden geldiği düşünülen obsidyenlere de rastlandığını ekliyor. “Bu bize ne kadar geniş bir ağ içinde çalıştıklarını da göstermiş olduğunu gösteriyor” diyor.
Ekip adadan ayrılırken mermer konusunda oldukça detaylı çalışma yapıyorlar. Araştırmalara göre en yakın mermer kaynağı 10 km lik mesafede bulunan Naxos Adası.
Naxos Adası’nda bir mermer ocağı olduğunu görüyorlar. Mermerin kimyevi yapısına bakıyor ve Dhaskalio adasındaki mermerlerle çok benzer oldukları ortaya çıkıyor. Benzer titanyum, benzer kobalt ve benzer bakır olduğu görülüyor. Naxos’ta buldukları antik mermer ocağından sonra bölgede su altı dalışı yapıyorlar ve devasa kesilmiş, doğal olmayan kaya parçaları buluyorlar.
Su altında antik bir mermer ocağı bulduklarını düşünüyorlar. Ekip bu coğrafyanın antik çağlarda kullanılan mermer ocağı bölgesi olduğu konusunda hemfikir kalıyor. Yaklaşık 9 milyon kg mermer olduğunu düşündükleri Dhaskalio’dan ayrılan araştırmacılar ileri teknoloji olmadan bu kadar mermerin taşınamayacağını söylüyorlar.
Atlantislilerin bu miktarda mermeri adaya taşımaları için 450 şer kg taşıyan kayıklarla Paskalya’ya 20.000 kere gidip gelmeleri gerekiyor. Ekibin kayıkla taş taşıma deneyi batma tehlikesiyle birkaç metre içinde son buluyor. Çok daha büyük teknelere ihtiyaç duyulduğu ve doğal olarak bu tekneler için bir de yakınlarda liman olması gerektiğini düşünüyorlar.
İki araştırmacı bu bölgede yapılan araştırma tam anlamıyla çıkmaz sokağa girdiği için Prof. Boyd’un bahsettiği obsidyen taşının kaynağını araştırmaya karar veriyorlar.
HER OBSİDYEN TAŞININ BİR TÜR KİMYASAL PARMAK İZİ VARDIR
Atina’da bir laboratuvar araştırılan farklı çeşitlerdeki obsidyen taşlarından birinin Türkiye’nin Kapodokya bölgesinden gelmiş olduğu ortaya çıkıyor.
Ve Stel Pavlou ve Jess Phoenix Yunaistan’dan ayrılıp Türkiye’ye geçiyorlar…
Uzun zamandır Anadolu ve Antik Yunan arasında bağlantı aradığını söyleyen Pavlou, Türkiye’nin 8000 km’lik kıyı şeridinde daha önce de yapılmış bazı araştırmaların bulunduğunu ve daha önce kral kaya mezarları metali üzerinde araştırmalar yapıldığını söylüyor ve döneme paralel olarak bu metalleri Truva’da bulduğunu söylüyor.
Kiklad adalarında yapmış oldukları araştırmalar sonucunda bulunan bilgilerin Truva ile genetik olarak benzerlik gösterdiğini düşünüyorlar. Halkların da aynı şekilde genetik olarak benzerliğinden bahsediyorlar. İki bölgede de obsidyen var, takas yani bağlantı alışverişleri de var, sonuç olarak iki bölge de birbirleriyle iletişim halindeydiler sonucuna varıyorlar.
Truva Atlantis’in bir parçası idiyse, bağlantının ne kadar büyük olduğunu anlamaları gerektiğini ve M. Ö 5000 lerde burada bir şehir olup olmadığı konusunun önemine vurgu yapıyorlar. Ve M.Ö 5000 yılından kalma kalıntıları bulmak için araştırmaya başlıyorlar.
Müzeyi gezerken obsidyen taşları ile karşılaşıyorlar. Ve Yunanistan’da gördükleri obsidyene çok benzetiyorlar. Bir eşleşme olduğunu söylüyorlar.
Gördükleri kalıntıların M.Ö 6000 yılına kadar gittiğini bu zamanlamanın da iddia ettikleri Atlantis dönemine uyduğuna karar veriyorlar.
Müzeyi gezerken gördükleri boğa heykelciği ile de Atlantislilerin Poseidon şerefine kurban verdikleri boğa arasında ilişki kuruyorlar.
Truva Bölgesinde 25 yıldır araştırmalar yapan Dr. Reyhan Körpe ile görüşüyorlar.
Dr. Reyhan Körpe bölge ile bilgi veriyor, Truva Savaşı’nın olduğu yeri anlatıyor. Bölgede 9 katman olduğunu, geçen sene bakır çağından kalma bir katman daha bulduklarını söylüyor. Bakır Çağı bilgisi araştırmalarını sağlamlaştırdığı için Stel Pavlou ve Jess Phoenix’i heyecanlandırıyor, Truva Savaşı’nda Yunanlıların gemiyle geldiğini ancak oldukları bölgenin denize çok uzak olduğunu söyleyen Pavlou’ya Truva’nın ilk başlarda denize çok yakın bir yer olduğunu söylüyor Dr. Reyhan Körpe.
Dr. Körpe, Yeni bulunan bölgenin de bulundukları yerden 1 km ileride olduğunu ve Truva’nın çok büyük bir şehir olduğundan bahsediyor. Yeni bulunan bölgede daha eski kalıntılar bulunabileceğini söylüyor. Bunun üzerine D -Max ekibi o bölgeye gidiyor.
Truva ‘da M.Ö 5000 yılına kadar uzanan bir şehrin kalıntılarını barındırıyor. Bölgede yeraltı çalışmaları yapan araştırma ekibi, yerin altına sinyal veren ve aşağıda katı gördüğü ne varsa geri bildirim gönderen bir radar ile çalışıyorlar.
Radarla iz sürerken aniden geri bildirim alan araştırmacılar heyecana kapılıyorlar.
Yerin altında oldukça uzun bir cisim fark ediyorlar. Radarla bölgede gezmeye devam ederken devasa büyüklükte bir yapı olduğunu düşünüyorlar. Bunun garip bir kaya şekillenmesi olmadığı konusunda aynı fikre kapılıyorlar.
Sahanın muhtelif yerlerine işaretler koyuyorlar ve arazinin 3 boyutlu şeklinin çıkarılması gerektiğine karar veriyorlar.
En sonunda fark edilen şeyin insan elinden çıktığına ve Truva’dan önce burada yaşayan herhangi bir toplumun okyanusu kullandığını söylüyorlar.
Radarla tarama sonucunda artık canlandırma bölümüne sıra geliyor.
Gelen sonuçlar oldukça şaşırtıcı. Ekip büyük bir şok yaşıyor.
Çünkü gerçekten antik bulvar gibi bir yapının tam ortasında olduklarını anlıyorlar.
Bir bölgenin tamamına ulaştıklarını fark ediyorlar. Caddeler, binalar, sütünlar, 6 tane kolon görüyorlar. Oldukça mutlu ve şaşkın olan araştırmacılar sahada canlandırma yapıyorlar. Buranın büyük ve önemli bir yer olduğuna karar veriyorlar.
Yunanistan’daki adalarda başlayan serüven, yalnızca Türkiye’den gelebilecek bir obsidyenin peşinde iz sürerken Truva’ya kadar uzanıyor. Truva’da buldukları bölgenin Atlantis olabileceği konusunda oldukça ümitli olan araştırmacılar bir sonraki aşama için daha fazla arkeolog ile çok daha detaylı araştırma yapacaklarını söyleyerek Truva’dan ayrılıyorlar.
Türkiye’de ise Haber müdürümüz Göktürk Atlantis’in Truva’da olduğunu ve Truvalı deniz insanlarının da Luviler olduğu düşüncesini 2020 yılında yayımlanan son kitabı Balaeskar’da tüm detayları anlatmıştı. Konuyla ilgili daha fazla bilgi sahibi olmak isteyenlere kitabı okumalarını tavsiye ediyoruz.
Belgeselin tamamını izlemek için: