
“İç Bebek – Kodlar – 0 ve 1”
Genellikle kişisel gelişim yazıları yazmam, çünkü bir işe yaramayacağını düşünürüm. Başkalarının düşünceleri, onların deneyimleri ile tohumlanmıştır, o kendi frekansından konuşur, anlatır, bu yüzden de bir başkasına en fazla ilham olur, karşısındaki kişiye kalıcı olumlu bir katkısı olamaz diye düşünenlerdenim. Bu yüzden eğer bu yazı için bir kategori gerekiyorsa, her ne kadar kişisel gelişim kokusu gelse de, “bilinç farkındalığı” altına ekleyelim.
Birine bir şey anlatırken, ille de “bilgi” vermek gibi bir takıntım da vardır, bilginin zekatı gibi, sahip olduğum ve doğruluğuna inandığım bir bilgi varsa bu da paylaşılmalı gibi kutsal da sayılabilecek bir dürtüsel paylaşma isteği. Bu yazımda uzun araştırmalar sonucu elde edilen bilgi de olmayacak.
Peki ne oldu da, hem yazmam dediğim kişisel gelişimle ilgili bir yazı yazarken hem de “mutlaka bilgi de vermeliyim” dediğim iki çok önemli prensipten vazgeçip şimdi , bu satırları yazıyorum. Aslında birdenbire oldu. Çok önemli şeyler birdenbire oluyor, sündüren hiçbir şeyden pek bir hayr gelmiyor.
Çok büyük sıkıntıya düşmeyen yoktur bu satırları okuyanlar arasında, her ateş ayrıdır, ve hepsi yakar. Herhangi birinin “aman! Bu da dert mi?” dediği bir konu o dertle yanan biri için acıtıcıdır. Yargılamak ne kadar sığ değil mi… Neyse konuya dönelim, hatta daha giriş bile yapmadığımız için, konuya girelim:
Güneş vurmuş bir çam ağacının üzerine düşen güneş ışığınının, yeşilin en güzel tonlarını yansıtması gibi bir uyanış yaşayanlar bilir, o ışık bir anda , hiç olmadık bir yerde etrafını sarıverir. Bazen “gerçekten içinden çıkılmaz gibi duran, frekansınızı yerle bir eden bir depresif süreç , dışarıda hiçbir olumlu gelime olmamasına rağmen, içinizde bir yerlerde iyileşmeye başlar.
Bu kendi çığlığını zar zor sana bir fısıltı halinde kendini duyurduğu anda olur. Aslında o depresyon sürecinde içinde çığlıklar atan bir ses kendini her türlü duyurmak için elinden geleni yapmıştır bugüne kadar, zaten kendini bu kadar kötü hissetmenin sebebi de budur, bir sinyaldir, bir dürteleme…Frekansın gitgide düşüyor, neredeyse ölüyorsun ama farkında değilsin, kendine gel! Nasıl bir çelişki değil mi? Derdine o kadar odaklısındır ki, yatak odasında çığlık çığlığa ağlayan bebeği dumuyorsundur bile, onu belki aç, onu belki ateşler içinde, onu belki de altındaki kaka dolu bezle , tüm rahatsızlığı, acısı ve sıkıntısıyla bırakmışsındır. Aslında umrundadır, bakman gerektiğini bilirsin, ilgilenmen gerektiğini de, ama duymuyorsun işte, dışarıdaki korkunç gürültü, içerideki bebeğin sesini duyulmaz kılmış. Duymuyorsun! Çünkü acaba ağlıyor mu diye kulak kabartmak aklına bile gelmiyor. O kadar sağır, o kadar kör olmuşsun içindeki sese… O sana muhtaç küçücük ve kimsesiz bebeğe…
Kendine şefkat, kendine merhamet, kendine saygı, kendine sevgi duyguların körelmiş, hatta belki de hiç olmamış. Anlık ve yüzeysel mutluluk rollerinde, kısa metrajlı filmlerdeki, yardımcı oyuncu , önemsiz figüran rollerinde harcamışsın hayatı. İçsel depresif duyguların yüzünden, bedenini, zihnini, yaşamın ta kendisini ıskalamış, geçirip gitmişsin koca koca yıllarını. Ben artık gitsem de olur dediğin bir anda, senden sonra da birkaç gözyaşı, birkaç ağrılı sancılı acılı insanın da kendini toparlayacağını, eninde sonunda yaşamın, ve senin dışındaki yaşayan her organizmanın yaşamına devam edeceğini, ama senin bu yaşamın hakkını vermediğin gerçeği ile yüzleşme anıdır bu iyileşme anı işte.
Birden bire içeride ağlayan bebeğin sesini duyma, koşarak ona doğru koşma anıdır bu iyileşme anı. Senden tüm umudunu kesmiş bebek seni karşısında görünce işte, artık bakım, artık temizlenme, artık onunla ilgilenme zamanı geldiğini anlamıştır, mucize budur.
Sana ne olduğu, senin dışında hiç kimsenin umurunda değildir. Herkes kendi yaşam alanında, kendi dinamikleri ile hayatına bir şekilde devam edecek, kendi zihninin içinde kapladığın yer kadar seninle ilgilenecektir. Onların aklına gelmeyi başaramazsın, sen sadece kendi aklının içinde, kendi kalbinin sıcağındasın. Dışarıdan beklenen her bir yardım, her bir anlaşılma umudu ziyan olmuş bir zaman kaybıdır, Bir enerji kaybı.
Teksin ve senin dışında senin için bir şey yapacak hiç kimse yoktur. Başkası diye biri de yoktur. Sen varsın ve tüm evren de senin için var. Oyna işte. Oyunu eğlenceli hale getir, istediğin oyun arkadaşını oyunun içine davet et, istediğini çıkart oyundan. Sevilme diye bir şey de yoktur, bugün seven yarın sevmeyebilir, duygu değişkendir, düşünce de öyle, kimsenin seni sevmesini , seni düşünmesini sağlayamaz, bu sahteliğin ayarını yapamazsın. Ama kendi duygularının yapabilirsin, düşüncelerinin de …
Şimdi aynanın karşısındakine dolu dolu “seni seviyorum” de. Çünkü seni tatmin edecek, tek gerçek sevgi kendinden kendine hissettiğindir. Başkası diye biri yok. Herkes hologram. Oyun kurucu sensin, bu senin oyunun, elektrik kesilse de, programın içine virüs girse de, yeni kodlarla yeni bir oyun tasarlama hakkını kullan. Evet her şey 0 ve 1. Elindeki 0 ve 1’lerle şu oyunu yeniden tasarla hadi. Formülü biliyorsun. 0’lar yok, 1’ler var. Ama ikisine de ihtiyacın var, Önce 0’ları listele yeni hayatında, sonra 1’leri ekle. Haydi, şimdi başla. Ve unutma, her oyun güncelleme isteyecek senden, ama kodları yazan sensin.
Gördüğün her şey 0 ve 1 den ibaret. Sonsuz ve sınırsız olasılıklar dünyasında, formüle edebileceğin, kod yazıp oynamaya hazır hale getirebileceğin sınırsız seçeneğin var. Otur ve bunu üzerine düşün, otur ve bunun için çalış.
Bebeğin altını temizlemeyi de unutma! Kaka 0’dır.
