Türk tarihinin eskiliği tarih öncesi dönemlerden başlar. Bu dönem, henüz yazının bulunmadığı, kayıtlı belgelere dayandırılamayan, günümüzden binlerce yıl öncesine kadar uzanır. Tarih öncesi dönemde Türk kimliğinin varlığından söz edebilir miyiz? Türklerin böylesine eski bir dönemde yaşayıp belirgin bir kültür geliştirmiş oldukları, Asya’da bulunmuş yazıtlardan bellidir. İlk yazıyı geliştiren halka Ön-Türk halkı demek daha uygun olur. Zira onlar kendilerini Türk adıyla değil, Ok ve Tur olarak tanımlıyorlardı. Genel kanı Türklerin ilk yazılı belgelerini ‘Orhon kitabeleri’ denilen taş bloklar üzerine M.S. 7ci yüzyılda kazımış olduklarıdır. Oysaki bu kitabelerde kullanılmış olan yazı tarzı bir alfabe olmayıp daha çok eski dönemlerde geliştirilmiş olan ve hecelere dayanan, tamamen Türkçeye uygun, 38 işaretli damga yazısıdır. Ön-Türklerin konuştuğu dil tek heceli idi. Bu dile “ses yansımalı dil” de denebilir. Zira doğadaki sesleri taklit ederek başlamıştı.
Genelde alfabeler 30 işareti geçmez. 38 işaretli damga yazısı Orta Asya’da Ön-Türkler tarafından geliştirilmiş ve kendi dillerine en uygun şekilde olgunluğa ulaştırılmıştır. Alfabetik yazının Akdenizin doğu kıyılarında yaşayan Finikeliler tarafından geliştirilmiş olduğuna ve oradan ticaret yollarıyla eski Yunanlılara geçtiğine inanılır. Hece belirten yazı tarzı alfabetik yazıdan daha eskidir. Tek heceden oluşan bir sözcüğü tek bir işaretle simgelemek hem kolay hem de pratiktir.
Örneğin, AT sözcüğü tek bir hecedir ve tek bir işaretle “T” olarak gösterilebilir. T sessiz bir harf olduğundan biz onu TE olarak seslendirip sessiz harfe sesli bir harf ekleyerek okuyoruz. Oysaki kadim Türkçe yazıtlarda bu harf AT hecesi olarak okunur ve anlam içerir. Tek heceli sözcükleri belirten işaretlere önceleri ‘Tamga’ daha sonraları ‘damga’ denmiştir.
Orhon kitabelerindeki yazı da öylesine kısa bir süre içinde ortaya çıkmamış, çok uzun yüzyıllar, belki de binyıllar, boyunca olgunluğa erişmiştir. Bu olgunluğa eriştirenler de Asya’da yaşayan Ön-Türk topluluklarıdır. Bu toplulukların geliştirip kullandıkları anlamlı damgalardan bitişken bir yazı oluşturmuşlardır. Örneğin, M.Ö. 5. yüzyıla ait olduğu saptanmış olan bir kurganda gümüş bir kabın kenarına kazılmış yazının Türkçe olduğu bilinmektedir. Bu mezar bir İskit prensine ait olduğu sanılmakta, İskitlerin ise Türk olup olmadıkları konusu halen batıda tartışılmaktadır. Batılı kazı bilimciler ve dilciler, ellerinde hiçbir kanıt olmadığı halde İskitleri bir Hind-Avrupa halkı olarak kabul ve ilan etmişlerdir. Kendi görüşlerine göre bu halkın konuştuğu dil bir Hind-Avrupa dili idi. Şu halde bu iddialarını kanıtlayacak yazılı metinler olması gerekir. Ama hiç de öyle değil. İçlerinden biri bu asılsız iddiayı ileri sürdükten sonra diğerleri de tartışmadan onay vermişler, işlerine geldiği için kabul etmişlerdir. Nitekim İskit kurganındaki yazıtı ne Yunanca ne de Latince okuyabilmiş değildirler.
Ön Türk boyları yöneticilerine ‘yetişkin savaşçı kişi’ anlamında KHAN dediler. KHAN sözü bizim bildiğimiz kırmızı ‘kan’ ile ilgili olup, ‘aileden’ veya ‘ortak kan bağı olan’ anlamını içeriyor. KHAN zamanla KAGAN, HAKAN ve HAN şekillerine dönüştü. Batıya göç eden OK boyları yöneticilerine bu adla hitap ediyorlardı. Kurdukları yeni yerleşim bölgelerinde bu unvan, biraz değişerek, yönetici unvanı oldu. İsveççe krala KUNG, Almanca KÖNİG, İngilizce KİNG denmesi Avrupa’ya gelen Türkler sayesindedir. Bu konuda “Asya’dan Avrupa’ya” ve “Kök Dil Arayışı” başlıklı yazılarıma bakınız.
Türklerin gittikleri her yere kazıdıkları damgalardan oluşan abeceye Orhun Abecesi denmiştir. Altta bu abeceyi görüyoruz.
38 harfli bu hece abecesinde her hece kalın ve ince seslilerle (ünlü harflerle) okunur. Kalın seslilerle okunanlar 1 ve ince seslilerle okunanlar 2 olarak belirtilmiştir. Örneğin, B1 harfi ba,bı, bo, bu veya ab, ıb, ob, ub olarak okunabilir. Ne şekilde okunacağı ise sözcüğün tümü okunduğunda belli olur. Fakat bazen, bu çeşitlilik yanlış okumalara da neden olabilir. Dikkat ederseniz A ve E harfleri tek bir işaretle belirtilmiştir. Zira aynı sözcükte her ikisi geçmez. Türkçedeki ses uyumu bu tür karışıklıklara yol açmaz. Kalın seslilerle okunan bir sözcüğün içine ince sesler karışmaz.
Bu abecenin diğer bir özelliği de kalın selerle ince seslerin kendi aralarında bir sıra takip etmeleridir. Bu sıra şöyle oluşur: A’dan I’ya, O’dan U’ya, E’den İ’ye ve Ö’den Ü’ye. Sözcük I, U, İ veya Ü ele biterse eklene takılarda son ses tekrarlanır. Size birkaç örnek sunayım: Halı, Yarı, Balık, Soru, Boru, Koru, Börü, Görü, Beri, Geri, Sulu, Kuyu, Kilim, Kibir, Küçük, Kütük, …..vs. Demek ki, Türkçe hem görüntüye hem de ses uyumuna önem veren estetik bir dildir. Bu dilin aniden oluşmadığı ve binlerce yıl içinde imbikten süzülürcesine rafine olduğu kesindir.
***Bu yazı www.sechaber.com.tr için yazılmıştır. Bu yazının kaynak gösterilmeden kopyalanması ve kullanılması “5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası“na göre suçtur.