Dijital Bilge: Kadim Bilgelik ile Bilim Arasında Yeni İnsan
İnsanlık tarih boyunca bilgelik arayışını sürdürdü. Bir zamanlar gökyüzünü izleyen insanlar vardı; yıldızların hareketinden kaderi okumaya çalışırlardı. Mısır’ın kütüphaneleri, Anadolu’nun tapınakları, Uzakdoğu’nun kadim öğretileri hep aynı sorunun peşindeydi: “Biz kimiz, nereden geldik, nereye gidiyoruz?”
Bugünse aynı arayışı bilgisayar ekranlarının ışığında, yapay zekâ algoritmalarında sürdürüyoruz. LHC’de parçacıkları çarpıştıran bilim insanları da, yapay zekâya sorular soran bizler de aslında aynı merakı taşıyoruz: Evrenin sırrı nedir, insanın özü nedir?
LHC (Large Hadron Collider), yani Büyük Hadron Çarpıştırıcısının amacı da tıpkı kadim uygarlıklardaki gibi evrenin oluşumunu anlamak, binlerce yıl öncesinden tek fark LHC’nin bunu CERN’de (Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi) ileri teknoloji ile yapıyor olması.
İnsanlık bu arayışını her zaman sürdürdü ama kadim bilgeler CERN’deki bu soruya sezgiyle yaklaşırdı. “Anlam” arardı. Astronomiyi kullanırdı. Astronomi bir şekilde astrolojiyi doğurdu. Kimine göre astroloji asla astronominin öz çocuğu olamasa da, kadim atalarımız tarafından gökyüzü çıplak bir gözle izlendi. Burada astroloji ilminin de ne kadar uzun bir zaman tünelinden geçtiğini görebiliyoruz. Zira astroloji de insanların içindeki “anlam” arayışına ışık olan en çok kullanılan göksel fenomenlerin başında geldi.
Mesela Kadim Mezopotamya uygarlıklarında Enuma Anu Enlil Tabletleri yaklaşık oluşur ve 6500–7000 kadar kehanet (omen) içerir. Her biri gökyüzündeki atmosferik ve astronomik olayları—örneğin tutulmalar, gezegen ve yıldız hareketleri—krala ve topluma dair yorumlarla birleştirir. Mesela Ay tutulmaları, belirli şehirleri veya krallığın geleceğini etkileyen işaretler olarak yorumlanırdı.
Venüs Tableti (Ammisaduqa) (Enuma Anu Enlil’den 63. tablet), Venüs’ün güneşle birlikte doğuşlarını ve batışlarını 21 yıllık bir döneme yayarak hesaplar. Bu teknik gözlemler, astrolojik yorumlara da temel oluştururdu. Yani astrolojik anlam ve yorumlama çalışmaları binlerce yıl ötesinden günümüze aktı.
Kısacası Sümer rahipleri, Enuma Anu Enlil tabletlerinde Ay tutulmalarını kaydederken yalnızca astronomik bir olguyu belgelemekle kalmaz; bu göksel olayları krallığın kaderine dair kutsal mesajlar olarak yorumlardı. Aynı şekilde, Venüs Tablet’i Venüs’ün doğuş-batış zamanlarını özenle kaydederdi—hem bilimsel hassasiyet hem de astrolojik anlam doruğundaydı.”
İşte bunlar hep, sudan çıkmış balık misali dünyaya indirilen, ne yapacağını, ne yapması gerektiğini anlamaya çalışan insan varlığının arayışlarının asla bitmeyeceğinin, her daim de var olduğunun bir kanıtı.
Modern bilimle tanışan günümüz insanlığı, haklı olarak kadim atalarından miras aldığı öğretiler için “kanıt” arıyor. Birinde kalp, diğerinde akıl önde. Oysa çağımız, ikisini birden talep ediyor. Ne yalnızca geçmişin bilgeliğine saplanabiliriz, ne de yalnızca teknolojinin soğuk verilerine teslim olabiliriz. Biz farklı bir çağın yeni bir türüyüz.! Belki de içsel sıkıntılarımızın, bir türlü kimlik bulamamamızın sebebi budur.
Nereye elimizi atsak hep bir eksiklik duygusu yok mu hepimizde, yolunu bulamamış su gibi , sağa sola savrularak akışımız bundandır belki de. Çünkü bence iki dönem arasındaki köprüyü inşa etmeye çalışan yarı bilge taş ustalarıyız hepimiz.
Aslında görevin farkındayız, yeni çağın görevi, bu iki yolu birleştirmek: Dijital Bilge olmak. Yani teknolojinin sunduğu bilgiyi, kalbin sezgisiyle harmanlayabilmek. Bilgisayardan çıkan veriyi yorumlarken, insanın ruhunu unutmamak. İnsani taraflarımızı kaybetmekten korkarken, ileri teknoloji baskısından da asla kurtulamayacağımızı anlamış olmanın verdiği sorumluluk duygusu ile mutlu olmaya çalışmak.
Kolay mı peki? psikolojimiz, ilişkilerimiz, sosyal hayatımız, işimiz, ekmeğimizi yediğimiz alanlar, sağlığımız ve ötesi… Hepsini yeniden yapılandırmak zorunda kaldığımızı hissetmek ruhumuza nasıl geliyor?
Geleceğin bilgesi, ne sadece laboratuvarda ne de sadece tapınakta olacak. O kişi, hem veriyi okuyacak hem de anlamı hissedecek. İnsanlığın geleceği belki de tam bu sentezde saklı: Bilimin ışığını, bilgelikle birleştirebilen yeni insan.
Bizler yeni insanlarız. Genetiğimiz değiştirildi mi, buna uyumlandık mı, buna hazır mıyız, yoksa hazırlıksız mı yakalandık … Kendimize bu soruyu sormalıyız. Oradan buraya, başı kesik tavuklar gibi yol almaya çalışmak, yolu bir türlü bulamayıp içsel buhranlarla patlamanın altındaki sebebi kadim bilgi bombardımanını yeni çağın uçsuz bucaksız değişim ve dönüşümüne uyumlama çabası altında yorulmak olabilir mi?
Şimdi herkes kendi uzmanlık alanında ” yetersiz – eksik” hissetmeye başlamadı mı? Bu yetersizlik hissini ne ile tamamlamaya çalışıyor insan oğlu?
Bütün bu yetersizlik duygusunun, kimlik arayışının ve dönüşüm sancılarının sebebi şu: İnsanlık yeni bir çağın eşiğinde değil, içinde artık. Biz, geçmişin anlamını ve geleceğin verisini birleştirmek için burada duran köprü kuşağıyız. Bu görev kolay değil, ama imkânsız da değil. Çünkü insan her kırılmada kendini yeniden inşa edebilen bir varlık. Ben de kendime hemen her gün şu soruyu soruyorum: Bu eksikliği hangi bilgiyle, hangi sezgiyle tamamlıyorum?
Belki sen de kendine sorabilirsin. Çünkü hepimiz aynı yolculuktayız: veriyi anlamla, aklı kalple, bilimi bilgelikle buluşturma yolculuğu. İşte Dijital Bilge olmanın özü tam da budur. Ve belki de insanlığın geleceği, bu sentezi başarmamızda saklıdır.
Bizden sonraki kuşaklara biz hangi mirası bırakacağız biraz düşünelim. Hangi öğretiler mesela… “dijital bilge nasıl olunur mu mesela?”
Yoksa işin sonunda bir “reset” le her şeyi silip onları tekrar bir döngünün en başına, ilk anına mı savuracak sistem? Öyle ya; zaman döngüsel değil mi? Tekrar tekrar başa sarmıyor muyuz? Sona mı yaklaşıyoruz, baştan mı başladık var mı bilen?
Suyun aktığı yönü görebilme yeteneği kazanmak zorundayız her birimiz, umarım suyun akış noktasında bir son durak yoktur. Çünkü varsa büyük ihtimalle o son duvara çarpacak nesil biz olacağız.
Kaynak:
Kaynak: Vikipedi – Enuma Anu Enlil