Antik Anadolu kentlerinin Efes’ten sonra 2. en büyük, en ihtişamlı, en zengin, en büyülü şehri Laodikeia’yı gezdim.
Çok daha geçmişe giderek başka bir konudan şehre giriş yapacağım.
Naacal Tabletleri’ni çözümleyen James Churchward’a göre, MU kıtasının yıkılmasından sonra üstün yeteneklere sahip Mu insanları dünyanın her yerine yayıldı. Çoğunlukla Mezopotamya ve Anadolu’ya geldiler. Mu’nun yok oluşunu hazırlayan nedenler tekrar gerçekleşmesin diye zamanı geldiğinde açılmak üzere bilgiyi ve belki de boyut kapılarını sırladılar, sakladılar.
Anadolu, üzerinde yaşanan on binlerce yılda evliyalarıyla, ermişleriyle, kamlarıyla, bilgeleriyle, üstatlarıyla, her dem bilge ve savaşçı kadınlarıyla, üzerinde kurulan medeniyetleriyle, Göbeklitepe ve çok daha başka sırlarla dolu arkeolojik varlıklarıyla, rehber kişileri ve Atatürk ile uyanan insana rehberlik, geleceğe hazırlık yaptı. Şimdiki zamanda dünyada olup biten ve belki olumsuzluk olarak da görünen her şey bizi dönüşüme hazırlıyor. Hemen her yazımda bahsettiğim gibi dönüşüm, ışığın yükselişi yeniden Anadolu’da olacak. Frekans ölçümleri ile bu konularda araştırma yapan araştırmacılardan duyduğum bilgiye göre Laodikeia antik kenti dönüşüme merkez olacak antik kentlerden biri. Nedenini, Niçinini bilemiyorum. Amacım benim aklımda soru işareti olup, merak uyandıran bir konuyu sizlerle paylaşarak soru işaretini başka meraklıların zihnine bırakmak.
Laodikeia içine girdiğiniz anda enerjisiyle sizi saran bir kent. Bir tepede yer alması nedeniyle de tertemiz bir havaya sahip. Özellikle Suriye caddesi üzerinde yan yana konumlanan Pagan kutsal alanı ile İncil’de adı geçen kilisenin önünde gözlerinizi kapattığınızda ayak tabanlarınızda buradan yayılan güzel enerjiyi hissedebilirsiniz. Antik kentlerde antik atalarımızın tapınaklarını dünya gezegeninin enerji noktaları olarak bilinen Ley hatları üzerine inşa ettikleri biliniyor. Ölçüm yapmasanız da bu noktalardaki güzel enerji hissiyatının nedeni de bu şekilde açıklanabiliyor. Tek Tanrılı dinlere geçildiğinde de ilk ibadethaneler genellikle yıktıkları tapınakların üzerine veya yanına yapılmış. Belki bilinçli olarak belki değil Ley hattı enerjisinden böylece faydalanılmış. Buna ülkemizden en önemli örnek Ayasofya’dır. Poseidon tapınağı kalıntısı üzerine yapılmıştır. Laodikeia’da da benzer şekilde Pagan Kutsal Alanı ve İncil’de adı geçen 7 kiliseden biri olan Kilise yan yanadır.
Kazı başkanı Prof.Dr.Celal Şimşek’in 2012 yılındaki açıklamalarına göre antik kentin kutsal alanında 3 farklı Tanrı ve Tanrıçaya adanmış 3 tapınak bulunmaktaymış. Biri Sümer mitolojisinde Enlil, Türklerde Ülgen Han, Yunan’da Zeus olarak isimlendirilen Tanrı, diğeri Sümer’de karşılığı bilinmeyen Mısır’da Neith olarak bilinen, Yunan mitolojisinde Athena ismindeki Ege’nin iki yakasında karşımıza çıkan savaşçı Tanrıça, 3. Tanrı (/ça) henüz bilinmiyor. 2012 yılında tapınaktaki bir sütunun üzerinde Athena büstü bulunmuş. Yazıtlardan öğrenildiği üzere Athena için festivaller düzenlenmekteymiş. Athena Dokuma Tanrıçası olarak da biliniyor. Kentin 4 bin yıllık tekstil, dokuma geçmişi düşünüldüğünde nasıl da ilişkili değil mi? Athena tapınağı M.S.2. yy a tarihleniyor. Bölgede pek çok antik kent, dolayısıyla da tapınak var. Genellikle de Tanrıçalara adanmışlar. Laodikeia’ya nispeten yakın konumda antik dönemin en güçlü tanrıçalarından Afrodit’e (Sümer’de İnanna, Türk mitolojisinde Umay Ana, Ayızıt) adanmış Afrodisias tüm görkemiyle yer alır. Farklı klanlardan olduğu bilinen bu iki Tanrıça sanki gövde gösterisi yapar gibi kentlerini üretimlerinin en iyisi yapmaya çalışmışlar. Afrodisias döneminin en iyi heykellerinin yapıldığı, en iyi heykeltraşların yetiştiği sanat kentiydi. Laodikeia ise en iyi kalite kumaş üretilen kentti. Anadolu’da dişil enerji ve kadınlar Yunan mitolojisindeki Zeus’un baskın kültlerine dek hep önemli olmuştur. Anadolu ismindeki gibi Ana kültü, Tanrıça kültü bu topraklarda tarihe yön vermiş. Günümüzde de dişil enerjinin yükselişinin özellikle bu topraklarda yoğun şekilde gözlendiği düşünülürse inanıyorum ki Anadolu arkeolojik kazılarda keşfedileceklerle kendinden yeniden doğacak.
Kutsal alanın avlusunda erken Hristiyanlık dönemine ait şapel (minik kilise) bulunuyor. Görkemli bir pagan tapınağı olan bu alanda yeni dinin kutsal alanını inşa etmek eski dine karşı bir nevi gövde gösterisi gibi duruyor.
İncil külliyatında İsa Mesih’in Asya’nın Yedi Kilisesine hitaben kaleme aldırttığı mektuplardan bir tanesi Laodikya’da yer alan Hristiyan cemaate hitap etmektedir. Bu nedenle kentteki kilise Hristiyan inancına göre kutsal kabul edilir ve M.S. 4. yy.dan beri haç noktası konumundadır. Burada belirtmek gerek ki 7 kilisenin 7 si de Anadolu’da ve Ege’mizde bulunur.
Bu Kilise, Büyük Constantinus zamanında Hıristiyanlığın M.S. 313 yılında serbest bırakılmasıyla yapılmıştır. Kilisenin yapımından sonra tapınakların bulunduğu kutsal alan kilisenin dini arşivi olarak kullanılmış. Kilisenin üzerine Göbeklitepe alanındaki gibi koruma çatısı yapılmış. Üstelik hem kilise hem kutsal alanda cam zemin üzerinden dolaşılabiliyor. Böylece camın altındaki kalıntıları da izleyebiliyorsunuz. Antik kentte yapılan başarılı çalışmalar için çok mutlu oldum.
Bunun yanı sıra kent İmparator Hadrian (M.S. 117-138) ve İmparator Commodus (M.S. 180-192) zamanlarında iki kez Neokoros “tapınak koruyucusu” ünvanını almıştır. Kent, Erken Bizans Dönemi’nde metropollük seviyesinde dini merkez haline gelmiştir.
Kentte yaşam M.Ö. 5.500’lere dayanıyor. Yaklaşık 7 bin yıl kesintisiz yaşam olan bir kenti gezmek benim için çok büyüleyiciydi. Günümüzde gezdiğimiz kısım Roma döneminden kalan şehirdir. Anadolu’nun pek çok yerinde olduğu gibi bu bölgede de birbirine yakın antik kentler bulunuyor. Kent tepeden Pamukkale-Hierapolis antik kentine bakıyor. Yukarıdan beyaz bir tabak gibi Pamukkale travertenlerini izleyebiliyorsunuz.
Anadolu’nun hemen her yeri antik medeniyetlere yurt olmuşsa da özellikle Romalıların parlattığı kentler günümüze daha bozulmadan gelebilmiş, diyebiliriz. Ancak Anadolu’nun hiçbir bölgesinin tarihini en fazla M.Ö. 2 binlere uzanır görüşünü kabul edemeyiz. Bu bize yıllardır Batı’nın dayattığı tarih anlayışıdır. Dillerinde pek çok Türkçe kelime bulunan ve tarih sayfasında yok kabul edilen Luvi’ler özellikle Ege bölgesinde yaşamış ve binlerce yıl geri uzanan tarihiyle bölgeye damgasını vurmuştur. Bugün Yunan kabul edilen pek çok antik kentin araştırmacılar tarafından aslında Luvi olma ihtimali oldukça yüksek görülmektedir.
Laodikeia önemli arkeolojik kalıntılara sahiptir. Anadolu’nun en büyük antik stadyumu buradadır. 2 tiyatro bulunuyor. Birinin içi suyla doldurulup, imparatorların kazandığı deniz savaşlarının yeniden canlandırmasının sergilendiği gösterilere ev sahipliği yaptığı düşünülüyor. Yüzey taramasında bulunan kalıntılar buna işaret etmiş. Bu tiyatronun restorasyonu henüz yapılmamış. Kentte 4 hamam kompleksi, 5 agora, 2 anıtsal giriş kapısı, tapınak, kiliseler, Peristylli evleri, Latrina (umumi tuvalet) ve muhteşem caddeleri bulunuyor. Kentin etrafı ise nekropol (mezarlık) alanlarıyla çevrili.
Laodikeia Antik Kentini değerli ve önemli kılan birinci nokta Hristiyanlar için Haç merkezi olması diğer önemi ise tekstil üretiminin çıkarılan kalıntılara göre M.Ö. 2000 li yıllardan günümüze kadar sürdürülmüş olmasıdır. Buradan anlaşılıyor ki Denizli’de dokumacılık 4000 yıllık geçmişe sahip ve bu kültür Laodikeia’dan miras kalmış. Tarih yazarlarının belirttiğine göre, Laodikeia başta olmak üzere yakın bölgedeki antik kentlerde kara koyun yetiştirilir ve bu kara koyunlardan oldukça yumuşak yün elde edilirdi.
Antik dönem yazarı Vitruvius, koyunların yünlerinin yumuşak oluşunu, koyunların bölgenin çürük kokulu suyunu içmelerine bağlamıştır. Bu yünlerin eğirilip dokunması neticesinde yumuşak kuzguni renkli kumaşlar üretilerek antik Roma dünyasına pazarlanmış. Döneminin en güzel kumaşlarının Lykos (Çürüksu) Vadisi’nde dokunduğu antik çağ yazarları tarafından yazılmıştır. Kentin önemli bir kumaş ticareti merkezi olup, bu yönüyle oldukça da zengin olduğu bilinmektedir. Tarihçi Strabon’un anlattığına göre Laodikeia’da üretilen kuzguni renkli kumaşlar saraylarda kullanılan özel kumaşlardır ve döneminin en kalitelisidir. Laodikeia’da “Trimita” adını verdikleri tunik kıyafetler dokunmuş ve çok popüler olmuştur. Strabon başta olmak üzere antik çağ yazarları Trimita’dan övgü ile bahsetmişlerdir.
Antik kentin süslemelerinde Denizli horozu olarak bildiğimiz horozun dövüş sırasında betimlenmiş çizimleri var.
Hem dokumacılığın hem ismini Denizli’den alan horozun kültürel aktarımına baktığımızda aynı topraklar üzerinde yaşamış medeniyetlerin dinleri, dilleri farklı olsa da zaman içerisinde karışıp, nasıl da kültürlerini, geleneklerini birbirlerine aktardıklarına şahit oluyoruz.
Şehrin çok önemli başka bir noktası da İmparator Traian adına yapılmış çeşmede yazılı bulunan 30 satırlık su yasasının oluşu. Şehrin su ihtiyacının Babadağ’dan taşınarak sağlanıyor olması nedeniyle su çok değerliydi ve yasalarla koruma altına alınmıştı. Su kaynaklarının korunup sistemli dağıtımından, su dağıtımını sağlayacak kişilerin dürüst olmasına varıncaya kadar içeriği dünyada bilinen en uzun ve detaylı yazıt olduğu söyleniyor.
Kentte dikkatimi çeken çok hoş bir detay daha vardı. Suriye caddesinin etrafındaki dükkanların bazısının önünde sabit, mermer, masa benzeri bir alana kazınmış antik oyun Ludus Duodecim Scriptorum (Türkçesi: 12 işaret oyunu) u gördüm. Bu oyun oynanma şekli ve kuralları ile tavla oyununun atasıdır. 3 zar atılarak siyah ve beyaz pulların merkezden dışarıya çıkarılması esasına göre oynanır. Çocukluğumda çok sık karşılaştığım müşterilerini bekleyen esnafın kapıda tavla oynaması gibi antik kentin esnafının da dükkanlarının önünde birbirleriyle bu oyunu oynadıkları gözümde canlandı.
Yaklaşık 5 km karelik alana yayılmış olan Laodikeia muhteşem mimarisiyle büyülüyor. Rekonstrüksiyon resimlere bakıp, 2 bin yıllık Roma döneminin düzenli, modern yapısını özellikle günümüz yapılanmasıyla kıyasladığımızda geçmiş mimarisinin nasıl bu kadar güzel olabildiğine inanamıyor insan. İmparator Tiberius (M.S. 14-27) zamanında Laodikeia, Frigya’nın en görkemli ve zengin kentiydi. En yüksek döneminde 80 bin nüfusu olduğu bilinmektedir.
Modern Kent, Seleukoslar (özellikle Akdenizde hüküm süren bir krallık) Kralı II. Antiokhos Teos tarafından eşi kraliçe Laodike adına, M.Ö. 3. yy’ın ortalarında kurulmuştur. Laodikeia’nın kelime anlamı; ‘Laodike’nin kenti’ dir. Laodikeia, önemli antik yol güzergâhlarının kavşak noktasında olması, topografik yapıya bağlı Seleukos politikasına uygun yer seçimi, askeri, idari ve ekonomik konumu sebepleriyle o dönemde bölgenin ana merkezi konumundaydı. Antik coğrafyada Frigya, Lidya, Karya bölgelerinin ortak sınırlarını oluşturan Lykos (Çürüksu) Vadisinin ortasında yer alır.
M.S. 7. Yy da meydana gelen yıkıcı depremin ardından kent toparlanamamış ve terk edilmiştir. Özellikle bölgeye yapılan Arap akınları ve su yollarının zarar görmesi nedeniyle kentte yaşayan halk, güneye su kaynaklarına yakın olan bugünkü Denizli-Kaleiçi ve Hisarköy’e taşınmıştır. Kaleiçi, M.S. 7. yy’dan itibaren yeni Laodikeia’nın bir parçası olmuştur.
Laodikeia’da araştırma, keşif ve kazıların geçmişi 1775 yıllına kadar gitmektedir. Antik kentte profesyonel ve akademik anlamda ilk sistematik kazılar 2002 yılında başlamış ve bugüne kadar Pamukkale Üniversitesi’nden Prof. Dr. Celal Şimşek başkanlığında devam etmiştir. 1961 yılına kadar ünlü gezginlerin ve kaşiflerin kenti ziyareti ve gördükleri yapıları rapor ettikleri bilinir. 1961 yılından 2002 yılına kadar da Anadolu’muzdaki hemen her antik kalıntıda olduğu gibi kent maalesef aralıklı olarak farklı ülkelerden arkeologlar tarafından kazılmıştır. Yazının başında bahsettiğim gibi kentin özel bir durumu var ise umarım ört bas edilmemiştir.
Kazı başkanının Türk olması çok sevindirici. Celal hoca ile ekibi takdire şayan bir iş yaparak bu kadar görkemli, büyük bir kenti arkeoloji çalışmalarında kısa denebilecek bir süre içerisinde sergilenecek noktaya getirebilmişler. Ziyaretim sırasında öğrendim ki ödenek problemi nedeniyle kazı çalışmaları durmuş. Umarım en kısa sürede çalışmalara tekrar başlanır ve bu muhteşem kent dünya arkeoloji sahnesindeki hakkettiği önemde yerini alır.