Odysseus, Kykloplar adasında Poseidon’un oğlu Tepegöz Polyphemus ile karşılaştığında Polyphemus ona ‘’sen kimsin?’’ Diye sorar, Odysseus ‘’hiç kimse’’ anlamında Outis derken bazı Sümer tabletlerinde Gılgamış’ın ‘’Bılgamış (bilge adam bilen kişi)’’ olarak yazılması, yıllar sonra bizlerin Gılgamış’ı bir meta kahraman, Odysseus’u kahramanlıktan istifa etmiş anti kahraman olarak görmesi için yazılmamıştı elbet.
Aslında Gılgamış M.Ö. 2100 yıllarında kral olarak tabletlerde görünse de yazıtın asıl konsolidasyonunun M.Ö. 1300 ile 1000ler arasında tarihlenen ‘’Standart Babil Versiyonu’’ ile ortaya çıktığını görüyoruz.
İlginçtir Homeros’un yazdığı İlyada ve Odysseus Destanı da her ne kadar M.Ö. 8 ya da 7. yüzyıllarda ortaya çıkan bir ürün olsa da hikâyenin geçtiği var sayılan zaman olarak (Truva Savaşları) yine M.Ö. 1200leri görmekteyiz. Arada sanki bir bayrak yarışı varmışçasına Gılgamış 2100’lerden 1200’lere kadar yazıla gelen ve sonra konsolide edilen, Odysseus ise 1200′ lerden 700 yıllarına kadar söylenegelip sonra kaleme alınan eserler olarak biri Orta Doğu’da diğeri Grek Bölgesinde geçiyor olsa da Fenikelilerin M.Ö. 1200 yıllarında alfabeyi kullanmaya başlamasının, denizci ve tüccar bir millet olarak gittikleri yerlere doğal olarak iş yapabilmek amacıyla öğretmek suretiyle, bulundukları coğrafyanın da edebiyatını, kültürünü,inançlarını götürmüş olmaları elbette olası.
Bunun sonucu olarak Gılgamış gibi tüm Levant bölgesinde bilinen bir metni Grek bölgesine getirmemiş olmalarını düşünemeyiz. Nihayet Greklerin M.Ö. 900′ ler civarında yazılarını Fenike alfabesini geliştirerek kullanmalarının yetkinliği sonucu yaklaşık 200-300 yıl gibi kültürel tarih yolculuğu için kısa sayılabilecek bir zaman diliminden sonra Homeros Usta’nın yazıya döktüğü Odysseus’un yolculuk destanı ile Gılgamış’ın seyri sûluku arasında büyük benzerliklere rastlıyoruz. Sonraki yıllara doğru ilerlediğimizde bu metinler inançlar olarak ele alındığından nesilden nesile aktarılan bir öğreti olmasının etkisi sayesinde verdiği mesajlar özelinde görüyoruz ki ‘’Ön Asya ’’ düşünce sistematiğine Gılgamış’ın felsefesinin, ‘’Batı’’ düşünce sistematiğine ise Odysseus’un felsefesinin damga vurmakta.
Hikayenin benzer yanlarına gelince; her ikisi de Tanrılar soyundan geliyor; Odysseus’un babası Laertes, dedesi Autolykos ve dedesinin babası ise Hermes’tir (zaten destanda Odysseus’un kurnazlıklarıyla Hermes’in anlatıları büyük benzerlikler oluşturur hatta bazı yerlerde Hermes olaylara bizzat dahil de olur) .Gılgamış’ın annesi Ninsun da bilgelik ve kehanet yetenekleriyle bilinen bir Tanrıçadır. Babası Luganbanda ise Utu ile ilintili olarak karşımıza çıkar.
Bu noktada aralarındaki önemli fark ise Odysseus Tanrı iddiasında değildir, ayrıca kahramanlıkta umurunda değildir onun tek derdi ‘’sıla’’ya dönüştür. Fakat Gılgamış üçte iki Tanrı olarak bilinir. Tabii tüm destanların ortak özelliği olarak bir yolculukları vardır ve burada karşılaştıkları olaylar ve kişilerin üstesinden gelmeyi her ikisi de başarırlar. Yine olaylara baktığımızda her ikisinin farklı ajandaları da olsa Odysseus ‘un evin yolunu bilge Kirke’den öğrendiğini, Gılgamış’ın ise ölümsüzlük bitkisine giden yolu bilge Şiduru’dan öğrendiği benzerliği görüyoruz.
Gılgamış bir adada olan Udnapiştim’i bulup ondan ölümsüzlük formülünü isterken, Odysseus’a da yine bir adada Ogygia Adası’nda ölümsüzlük teklifinde bulunan Kalypso var. Yer altı dünyasına inişte de benzer durumlar mevcut fakat burası ile ilgili verilen mesajlar her ikisinde farklı olsa bile bir gidiş olduğu benzerliğe önemli kanıtlardan biri.
Gılgamış, huluppu ağacından (bir biçimde hayat ağacı) kopan iki nesnenin yer altına düşmesi sonucu onu alma niyetiyle giden dostu Enkidu’nun orada iyi bir hayat sürenler, çocuğu olanlar, çocuğu olmayanlar ve ölülerin ruhları gibi gruplarla karşılaştığını fakat yeryüzüne geri dönemeden sıkıştığını görüyoruz. Gılgamış sonra Tanrılara yalvararak onu oradan çıkarır ve Enkidu vasıtasıyla orada olan bitene vâkıf olur. Odysseus’ta yer altına iner ama onun amacı eve varmanın şifrelerini (Kirke’den öğrendiği bilgiler ışığında) Thebaili kâhin Teiresias’ın ruhuyla konuşarak elde etmektir. Burada kimlerle karşılaşmaz kimlerle? Ama en önemlilerinden biri hatta belki de en önemlisi Aşil ile karşılaşmasında Aşil’in attığı nutuktur ki bu diyalog Odysseus’ un felsefesiyle Gılgamış’ı ayıran önemli yol kavşaklarından biridir.
Aşil malum, hayatının başlangıcında iki seçeneği vardır; ya evlenip çoluk çocuğa karışıp sıradan bir hayat sürüp kendi evinin reisi olarak ölecektir ya da ülkesi için kendini feda ederek bir baş kahraman olacaktır ancak; ülkenin zaferi onun ölümüne bağlıdır yani o düşmanlar tarafından öldürülmeden Aka zafere erişemeyecektir. Burada Aşil (mealen) der ki; ‘’bir kahraman olarak erkenden ölüp buraya geçeğime keşke sefil bir köylünün yanında çalışan ırgat olup çoluk çocuğa karışıp sıradan bir hayat sürüp uzun bir yaşam sürebilseydim’’.
Sonuçta Odysseus uzuuun bir maceralı yolculuğunu evinin diyarı İthaka ‘ya dönerek oğlu Telemakos ile karısı Penelope’ye kavuşarak tamamlar ve mutlu mesut bir hayat sürerken Gılgamış gençlik otunu da yılana kaptırmış olarak hayal kırıklığı ve bir kabullenmişlik ile hikâyeyi tamamlarlar.
Her iki destan her ne kadar müthiş benzerlikler gösterse hatta arketipsel olarak pek çok ortak vurguları olsa da temel ayrışmaların, verdikleri mesajlar doğrultusunda sonraki edebi metinlere hatta yaşam biçimlerine ciddi etkileri olduğunu gözlemek mümkün.
Gılgamış’ta kral aynı zamanda ilahi bir varlıktır (bu inanışı daha sonraki dönemlerde Orta Doğu krallarında Tanrının yer yüzündeki gölgesi olarak yaşadığını görüyoruz) ve bu Tanrısal insan aynı zamanda bir kahramandır ancak; İlahi güçleri olsa bile insandır ve insan asla kaderinden kaçamaz. Bu öğreti halen daha Orta Doğu halkları arasında geçerli adeta bir cam tavan görevi görmeye devam eder. Sonraki yıllarda edebi metinlerde hatta bizim Divan Edebiyatımızda da baskın etkilerini örnekleriyle görebiliyoruz.
Diğer bir mesaj; İnsan ne kadar uğraşırsa uğraşsın ölümlüdür ve kaçışı yoktur, bu durum değiştirilemez bir kanundur ve İlahi sistemin ona reva gördüğü bir kaderdir. Biz bu mesajın etkilerini de yine Ön Asya bölgesinde ‘’güncel yaşam nasıl olsa geçici olduğundan asıl olanın öteki dünya olması motivasyonu nedeniyle nispeten öte dünyada işe yaraması muhtemel eserlere ya da öğretilere odaklı bir hayat bir yaşam bir medeniyet’’ kurulu olduğunu görmekteyiz.
Örneğin mimaride evler, meydanlar, sokakların estetik biçimlerinden ziyade tapınak ya da ibadet yerlerinin, (hayır hasenatın öte dünyada işe yaraması inancıyla olsa gerek) İmaretlerin ya da hanların görkemlerinde öte alem etkilerini görmek mümkün. Kısaca edebiyattan, mimariye, sosyal hayattan ülkelerin yönetim biçimlerine kadar Gılgamış’ın alttan alta mesajlarındaki etkileri az ya da çok bir biçimde karşımıza çıkabiliyor.
Odysseus’un yolculuğunun mesajlarına baktığımızda ise önemli olanın kahramanlıklar ya da kahramanın kendisi değil(çünkü truva atının icadı fikrini ortaya atan, Aşil’i gittiği sarayda kadın kılığında saklı iken savaşın kazanılması için kurnazca planla ortaya çıkaran olmasına rağmen hatta hatta kendisine ölümsüzlük teklifi yapılmasına rağmen); asıl önemli olanın, kişinin ait hissettiği yer/memleket olduğunu, değerler ve köklerin her şeyin üzerinde olduğunu( ki Aşil’de bunu yer altındaki o meşhur nutkunda zaten ifade ediyor) kahramandan da önce gelenin, köklerine saygı göstermek, sözüne sadık kalmak yani ilke ve etiğin her şeyin üzerinde olduğunu görmekteyiz. Bu düşünceden yola çıkarak tebaanın kahraman kral için değil, kahraman kralın tebaası için var olduğunu, Kral için tebaasının her şeyden hatta ölümsüzlükten bile üstün olduğu gibi sonuçlara ulaşmak zor olmasa gerektir. Bu fikirler daha sonraları altın çağı başlatacak olan Perikles dönemine ciddi katkı verdiğini söylemek çok da abartı olmayacaktır.
Özellikle eve dönüş macerası ve bu süreç boyunca halkın ve Tanrıların desteği Perikles döneminin ana motivasyon kaynağı olmuş, ev ahalisinin (yani halkın) önemi ve yönetime katılımı bir demokrasi doğurmuştur. Liderlik ve stratejik düşünme biçimi, az önce de bahsettiğimiz demokrasisinin benimsenmesi ve güçlenmesi, sanat ve mimarideki zamanının dehaları sayılabilecek yapıtlar, hatta epikostan mitosa oradan logosa geçişi de yine M.Ö. 4. yüzyıllarında Platon, Sokrates, Sofoklesler hatta bunlara öncülleri olan Thalles’i de rahatlıkla ekleyebiliriz.
Çok sonraları ‘’Eve dönüş’’ felsefesinin edebiyatta, şehir planlamalarında, siyasette, yönetim biçimlerinde batı toplumları üzerinde izlerini bugün bile rahatlıkla görebiliyoruz. Kısaca edebiyat bazen sadece metinler içine hapsedilmiş bir yazı bütününden çok daha ötesidir diye pekâlâ düşünebiliriz.
Sonuçta iki büyük destan her ne kadar biri diğerinden büyük benzerlikte izler taşısa da iki büyük medeniyetlere öncülük ederek, felsefi, sosyolojik ve siyasi olarak ‘’Doğu’’ ve ‘’Batı’’ kırılmalarının mihenk taşlarını oluşturduklarını yukarıdaki analizlere dayanarak görebiliyoruz.
Hayyam’ın çok sevdiğim dizeleriyle bu iki büyük ilham kaynaklarını ‘’Bir’’leyerek noktalayalım;
Sevgili seninle ben pergel gibiyiz İki başımız var, bir bedenimiz
Ne kadar dönersem döneyim çevrende
Er geç baş başa verecek değil miyiz?
Sağlıcakla,
Paideia_Arete/Hamit ANGIN