Okurunu kalemiyle dünya dışına taşıyan bir üstat. Seç Haber köşe yazarlarından Haluk Özdil ile sıcacık bir sohbete ne dersiniz?…Merak edilenleri Yazar Meliha Akay sordu, Özdil tüm samimiyetiyle cevap verdi… Buyrunuz…
– Sevgili Haluk Özdil, sizi sadece meslektaş olarak değil aynı zamanda değerli bir dostum olarak yakından tanıdığım için ilk sorum Seç Haber’le ilgili olacak. Daha önce birçok internet sitesinden yazmanız için teklifler geldiği halde hepsini reddettiğinizi biliyorum. Seç Haber’de yazmanızın sebebi nedir?
-Her şey aynı zamanda sitenin Haber Müdürü olan sevgili Göktürk’ün. (Şafak Bayraktutan) önerisiyle başladı. Kendisiyle tanışmamız da bir rastlantı sonucu oldu. Her ne kadar daha önceleri yazılarını okumuş olsam da tanışmamız Araştırmacı Yazar Deniz E Doğru’nun aracılığıyla gerçekleşti. Sevgili Deniz’in MU ve Atlantis hakkında İstanbul’da verdiği seminerlerini ilgiyle izliyordum. O seminerler sırasında da Göktürk’le tanıştım. Yıllar önce tanıdığınız ama uzun süre görüşmediğiniz dostlarınız vardır, sonra ummadığınız bir yerde karşılaşırsınız. İşte bu öyle bir şey… Sevgili Deniz E Doğru’yla da ilk tanıştığımda aynı duyguları hissetmiştim. İkisiyle de daha önce nerede ve ne zaman tanışmıştık o hala bir bilmece olarak kalmaya devam ediyor… Çünkü ben rastlantılara inanmam.
Seç Haber’in sahibi sevgili Çağla Pelin Üstün’e ayrı bir parantez açmak isterim. Kendisiyle uzun uzun konuşma fırsatım oldu. Evrene ve dolayısıyla dünyaya öyle sıcak ve geniş açıdan bakışı vardı ki, “İşte,” dedim aradığım yer burası. Ayrıca Seç Haber’in takipçi kitlesinin çok daha fazla farkındalığı olan okurlardan oluşması diğer bir neden.
– Yeni romanınız “Isparta Uçağındaki Sır,” da yine bir gazeteci karakteri ile karşılaşıyoruz. Keskin iniş ve çıkışları olan yazar ya da gazeteciler çok işleniyor kitaplarınızda. Bu da kendi yaşanmışlıklarınızdan birkaç kareyi mutlaka romanlarınızın içine koyduğunuz imajı uyandırıyor. Gerçek Haluk Özdil’in kitaplarındakine benzer yaşamı oldu mu? Eğer olduysa ve geriye dönme şansı bulsaydınız farklı bir yaşamınız olur muydu?
–Birinci şıktan başlayalım: Evet benim geçmişimden çok fazla alıntı kitaplarımda. Ayrıca hangi türde kitap yazarsanız yazın, mutlaka sizden bir parça o kitabın içinde olur. İstem dışı bir şeydir bu. Görmediğiniz veya bir şekilde hissetmediğiniz hiçbir şeyi yazamazsınız. Gazeteci veya yazar karakterleri bana yazma kolaylığı sağlıyor. Çünkü kendi yaşanmışlıklarımdan kolaylıkla ekleyebileceğim sayfalar ortaya çıkıyor. Şimdi gelelim asıl yanıta: Ben yaşamlarımızın bir program dahilinde sürdüğüne inanıyorum. Bu tek bir program değil bu. Sonsuz seçeneklerin olduğu ilahi bir programdan söz ediyorum. Seçme hakkı bize ait. Yaşadığımız tüm olumsuzluklar yanlış seçimlerimizden kaynaklanır. Eğer seçilen program bize uygun değilse başımıza gelmeyen kalmaz. Aslında evren yürümemiz gereken doğru yolu her zaman önümüze koyuyor. Önemli olan bunu doğru okuyabilmek. Benim doğru okuyup, yorumlayamadığım zamanlar çok oldu ve bedelini de ödedim. Eğer geriye dönme şansım olsaydı hayal kırıklığına uğratıp, üzdüğüm insanların beni affetmeleri için elimden geleni yapardım. Sadece bu kadar.
-Okurların da dikkatini cezp etmiştir mutlaka; seçtiğiniz konular karanlık odalarda kalmış konular. Bu sizin özelliğiniz mi olacak, farklı bir konsept planlarınızda var mı?
-Gizemler ve karanlıklar… İnsanlar yaratıldığı günden bu yana karanlıkta kalmış gizemli konulara hep ilgi duymuşlardır. Çok küçük yaşlarda yazmaya başlamış birisi olarak ben de aynı konulara hep ilgi duydum. Ama yazdığım kitaplar bu ülkenin karanlıkta kalan, aydınlatılmamış ya da açığa çıkması engellenmiş olaylarını konu alır. Yani gerçeklerin içine kurgu yerleştiriyorum, üstelik o kurguların içinde bile fazlasıyla gerçekler var. İşin özü farklı bir konseptte yazmayı düşünmüyorum.
– “Çok küçük yaşlarda yazmaya başladım,” sözünüz ilginç geldi bana. Ben de sormak isterim gerçek anlamda ilk romanı kaç yaşındayken okudunuz ve yazmaya başladınız?
– Biraz tuhaf gelecek ama sekiz yaşındaydım ilk klasik kitabı okuduğumda: OliverTwist… Charles Dickens’in yazdığı kitabı elime aldığımda düş kırıklığı yaşamıştım. Düşünsenize, yaşıtlarım Ali Baba ve Kırk Haramiler ya da Ayşecik gibi resimli kitapları okurken ben içi yazılarla dolu 480 sayfalık kitapla karşılaşmıştım. Yaz tatilindeydik ve arkadaşlarım öğleden sonra sokağa çıktıkları için sıkılıyordum. Dedemin evinin meyve ağaçlarıyla dolu bahçesinde yapacak başka işim olmadığı için “Hadi okuyayım bari,” dedim. Çok sarmıştı kitap beni, on günde bitirdim. Arkasından yine aynı yazarın David copperfieldisimli kitabı geldi. Onu da okudum ama kitaplar çabuk bitiyordu. Bu kez de evdeki kitaplığa dadandım, önüme gelen her şeyi okumaya başladım. Üç yıl içinde Dostoyevski, Tolstoy, Turganyev, Hemingway, Agatha Christie aklınıza ne gelirse hepsini tükettim. İlkokulu bitirdiğimde yüzlerce klasik ve yerli yazarları okumuş bir yaratık haline dönüşmüştüm. Babamdan aldığım harçlıkları kitap ve sinemaya gitmek için harcıyordum.“Yaratık” sözcüğünü özellikle kullanıyorum. Çünkü düşüncelerime göre artık ben çocuk değildim; okuduğum kitaplardaki gibi yaşamak istiyordum. Arkadaşlarımla da aramda sorunlar çıkıyordu. Onları hiçbir şey bilmeyen çocuklar olarak görüyordum. Öğretmenlerimi ve büyüklerimi yargılıyordum içimden. Çevreme yabancı ve uyumsuz çocuğa dönüşmem fazla uzun sürmedi. Son derece yaramaz bir çocuk olarak değerlendiriliyordum. Beni anlamayanların dünyasında duygularımı ifade etmenin yolu yazmaktan geçiyordu. Öyle de yaptım, bir defter alıp, akşamları aklıma gelen her şeyi yazmaya başladım. Bunları yazarken “Büyünce yazar olacağım,” diye bir düşüncem de yoktu. Çünkü o dönem benim gözümde yazarlar zirvede yaşayan ulaşılmaz kişilerdi. Yazdıkça rahatlıyordum, asıl neden buydu.İşte yazma maceram böyle başladı.
-Erken yaşta okuduğunuz kitaplar ve yazmak ne gibi değişiklikler yarattı yaşamınızda?
Öncelikle farkındalığınız artıyor. Ama bu farkındalık çevrenize yabancılaşmayı da beraberinde getiriyor. Başka bir dünya istiyorsunuz, o da olmuyor. Bu kez keskin savrulmalar yaşıyorsunuz. Bazen de bu dünyadan kaçmak, ortadan yok olmak istiyorsunuz. Uzun süre bu duyguları fazlasıyla yaşadım. Gerçek hayatınıza da yansıyor tabi. İniş ve çıkışlar o kadar fazla oluyor ki yıpranıyorsunuz. Tabi yararları da oldu; fazla çaba göstermeden ulusal basında birçok dergi ve gazetede yirmi yıl boyunca çalıştım.
-Bu yüzden mi kitap yazmaya olgunluk yaşlarınızda başladınız?
Evet. Hayatımı bu işten kazandığım parayla sürdürüyordum. Ayrıca o dönemde gazetelerde öyle filmlerde gördüğünüz gibi çalışmıyordunuz. Zaman sınırı yoktu. Haberin niteliğine göre karda, kışta gece yarılarına kadar koşturduğum çok oldu. Bu kadar yoğun tempodan geriye kalan zamanlarda dinlenmeye çalışırdım. Kitap yazmak sizin de yazar olarak çok iyi bildiğiniz gibi tam gün ister. Üstelik birikim de istiyor, bu da zamanla oluyor. Demek ki bende ancak birikti.
-Romanlarınız genellikle şimdiki zamanda başlayıp keskin bir geriye dönüşle devam ediyor. “Isparta Uçağındaki Sır,” da aynı şekilde Nilgün Alpdemir isimli karakterin mezar taşı bilgileri ile açılıyor. Bu konuya parmak basmak, gizli evraklar arasında kalmış bir dosyayı romanlaştırmak fikri nasıl oluştu?
Uçağın düştüğü gün yani 30 Kasım 2007 yılından beri bu konu aklımdaydı. Hep bir açıklama bekledim yetkililerden ama olmadı. Sessiz kaldılar… Biliyorsunuz kitap yazmaya 2016 yılında başladım. Yeni girdiğimiz 2019’u saymazsak, iki yıl içinde altı kitap yazmıştım. Gerçekten beyin yorgunluğu yaratan bir süreç olmasına rağmen içimden gelen ses “Hadi yaz,” dedi. Ben de yazdım. Bilgi eksiklerim vardı, onları tamamlamak zor oldu. Önüme engeller çıkaranlar oldu. Ama yine de kitap çıktı.
–Kahramanınızın kendisi için kullandığı bir cümlesi var; ‘acı çekmekten keyif alan bir mazoşist miydi yoksa’ diye. Bu yazarın kendisi olabilir mi yani siz? Yoksa sadece kahramana özgü bir deyim miydi?
-Zor bir soru. Bazen her insanın acı çekme konusunda bir eğilimi olduğunu düşünmüşümdür. Sadece maddesel dünyayı kapsamıyor söylediklerim. Örneğin karşılıksız aşk acısı çekmek de böyle bir şeydir. Ben yapı olarak çözüm üretmekten yana olan biriyim. Ortada bir sorun varsa üstüne gider, çözerken yaşayacağım sıkıntıları da göze alırım. Bunun mazoşistlikle ilgili olup olmadığı tartışılır. Bence asıl problem halletmeniz gereken sorundur. Çözmeyi ertelediğiniz sürece size acı verir.
– Bahar Tepesi’nde şu anda neler oluyor? Bu roman nasıl bir tepki alır oralarda?
-Bahar Tepesi…J Umarım “Isparta Uçağındaki Sır,” oralara hiç gitmez. Benden nefret edecekleri kesin.
– Sinop… Romanlarınızda sıkça yer alıyor. Bu kez de ‘Isparta Uçağındaki Sır’ isimli kitabınız Sinop ve Mossad ilişkisini işliyor bir bölümde. Biraz açar mısınız?
–Sinop bazı konular açısından çok önemli bir kenttir. Ama konu devlet sırrı kapsamında olduğu için açmamşimdilik mümkün değil. Bu nedenlekitapta da fazla detaya girmedim Sinop konusunda.
– Vazgeçme ölürsün! Yine bir karakterinize söyletiyorsunuz! Bu romanın yazım ve basım sürecine baktığımda siz kendinize mi söylediniz mi bunu?
–Evet, kendime söyledim o sözü. Eğer bir amaç için yola çıkmış ve her şeyi göze almışsanız vaz geçme lüksünüz yoktur. Kitabın yazım aşamasında yaşadığım çirkin olaylar önüme aşılmaz bir set çektiği günlerde yazdım o tümceyi: “Sakın vazgeçme asıl o zaman ölürsün”…
-Bu keyifli röportaj için teşekkürler.
–O teşekkür bana ait. Sorduğunuz sorular zaman zaman kıvrandırsa da ancak sizin gibi değerli bir yazarımızın kaleminden çıkabilirdi, .Sevgiler…
Röportaj: Meliha Akay
ISPARTA UÇAĞINDAKİ SIR tanıtım videosu